Baromuzun 6. Olağan Genel Kurul toplantısında Av. Fatma KALSEN&S217;in konuşma metni
Tarih: 16.10.2010 | Okunma Sayısı: 3648

DEĞERLİ MESLEKTAŞLERIM VE DEĞERLİ KONUKLAR

 

                 Konuşmama başlamadan evvel hepinizi saygıyla selamlıyor ve baromuzun 6.Olağan Genel Kurul toplantısına hoş geldiniz diyorum.

             Tunceli Barosunun 6.dönem Başkan adayı olarak karşınızda bulunmaktan dolayı son derece mutlu olduğumu ifade etmek istiyorum. Bu göreve talip olmanın ciddi sorumluluklar gerektirdiğinin bilinci ile, Baroların demokratik bir toplum ve ülke özlemi içinde olan bölgemiz için taşıdığı öneminde tabi ki farkındayım. Gerçekten de Barolar; meslek örgütü olmalarının yanında aynı zamanda Hukukun üstünlüğünü ve genel olarak insan haklarını savunma ödevlerinden ötürüde hukuk örgütü vasfına sahip bulunmaktadırlar. Bu nedenle Barolar esasında hukuk devleti içerisinde önemli role sahip sivil toplum örgütleridir.

               Avukatlık kanununa göre tüzel kişiliği bulunan ve kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları olarak nitelendirilen baroların görevlerini hatırlamak gerekirse ; 

-                                                - Avukatlık mesleğini geliştirmek

-                                                - Meslek mensuplarının birbirleri ile ve iş sahipleri ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak,

-                                               -  Meslek düzenini, Ahlakını ve saygınlığını, Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak ve korumak gibi görevleri vardır.

              Görüldüğü gibi, Baroların mevcut yasadan kaynaklı çok önemli görev sorumluluklarının olmasına karşılık,acaba barolar yada Barolar Birliği,bu görevleri gereği gibi yerine getiriyorlar mı ?

              Bu konuda hem biraz eleştiri hem de özeleştiri yapmak istiyorum.

             TÜSİAD ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği gibi ekonomi alanında faaliyet gösteren kurumların dahi hukuk alanıyla doğrudan ilgilerinin olmamasına rağmen, Anayasa değişiklikleri, demokratikleşme ve ülke gündeminde yer alan sorunlara ilişkin kamuoyuna yansıyan görüşlerinin ve raporlarının bulunmasına karşılık, bir iki baro dışında ve Barolar Birliğinin nadiren karşılaşılan açıklama ve görüşleri dışında; ciddi, kararlı ve insan haklarını savunan, Hukukun egemen kılınması eksenine dayalı ilkesel bir duruş sergilemediğini görüyoruz. Aslında bu eleştiriyi bir özeleştiri olarak da yapabiliriz. Çünkü avukat olarak bizlerin bu yapı içerisinde elbette ki sorumluluğu vardır. Barolarımızın ilgili kurulları aracılığı ile bizlerin bu yolda katkı sunma çabası içerisinde olmamız gerekirken maalesef ihmalkâr davrandığımızı söyleyebilirim. Halbuki bir hukuk örgütü olarak baroların hukuk alanında yapılan çalışmalara daha duyarlı, daha etken ve öncü, insan haklarını koruma ve savunma alanında daha ciddi bir rol üstlenmesi gerekmektedir. Çünkü insan hakları kavramı Evrensel bir kavram olup, önemli hakların ihtiva etmektedir. Bu hakların korunması anlamında Avrupa İnsan Haklarının Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Sözleşmeleri mevcuttur. Bilindiği gibi bu sözleşmeler taraf devletler yönünden bağlayıcıdır. Küreselleşen dünyada Ülkeler artık ortak bir hukuk çerçevesinde ve Demokrasi kültürü ile hareket etmektedirler. Bu nedenle Baroların ve Avukat olarak bizlerin, Adaleti ve İnsan Haklarını savunurken hem iç hukukumuzu hem de Anayasamızın 90. Maddesine göre iç hukukun bir parçası haline gelen Uluslar arası sözleşmeleri ve referans almalı ve bu yönlü bir çaba içerisinde olmamız gerektiğini düşünüyorum. Ki bu konuda çalışan meslektaşlarımız var ama bu çalışmaları daha da yaygınlaştırılması gerekmektedir. Zira; iç hukukumuzda uygulama alanı bulan ve Uluslar arası sözleşmelerle korunan hakların uygulamada nadiren uygulandığını, Ülke genelinde Mahkemelerce ve Yargıtay tarafında pek dikkate alınmadığını görüyoruz. Ancak bu haklar hukukçular tarafından bireysel başvuru yoluyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde ileri sürebilmekte ve ihlalin tespiti suretiyle yada gerektiğinde zararın tazmini şeklinde sonuçlanan uzun zaman alan bir yargılama süreci ile hakların elde edilmesi mümkün olabilmektedir. Oysaki bu hakları ilk derece Mahkemelerinde ileri sürmek suretiyle adil bir yargılamanın yapılması mümkündür. Bu yönde yapılacak çalışmaların yaşadığımız bölgede genel olarak Türkiye de Mahkemelere ve uygulamada fayda sağlayacağını düşünüyorum.

              Baroların daha doğrusu Barolar Birliğinin eleştirdiğim bir başka yönü ise; mesleğin geliştirilmesi ve eğitim faaliyetlerinin yetersizliği ile ilgilidir. Zaman, zaman yapılan eğitim ve seminer çalışmalarının sınırlı tutulması ve tüm barolara bu yönde gerekli desteğin verilmemesi ve iş birliğin sağlanmaması birim açımızdan eleştiriye değerdir. Mesleğe başladığımdan beri bu konuda Barolar Birliğinin çalışmalarını yeterli ölçüde yapılmadığını gözlemlemekteyim. Bu eleştirileri yapmaktaki amacım tabii ki Barolar Birliğini kötülemek değil. Amacım Baroların ve Barolar Birliğinin görev ve fonksiyonlarının meslektaşlarımız tarafından iyi algılanmasına yardımcı olmak bu vesile ile Baroların meslektaşlarımıza yönelik daha iyi bir hizmet sunmasına katkıda bulunmak, meslek kalitemizi arttırmak, mesleğimize ve yaptığımız vakıf, davalarımıza donanımlı bir şekilde katılmak ve yargılama faaliyeti içerisinde yer almaktır. Bu sağlanmadığı takdirde mesleğimizin özünden uzaklaşmış olacak, maddi kaygı ve düşünceler ekseninde mesleğimizi yürütmek tehlikesi de ortaya çıkmış olacaktır. Bu durum aynı zamanda toplumun mesleğimize olan bakış açısını da olumsuz etkilemektir.

     Bu eleştirilerden sonra biraz da ülkemizde var olan ve Hukukçu olarak bizleri yakından ilgilendiren bazı konulara değinmek istiyorum. Bu sorunlara değinirken hukukçu olmamızın da ötesinde bu ilde doğmuş, yaşamış, kısaca Dersim’li bir birey olarak, burada yaşayan halkın sıkıntılarını geçmişte yaşadığı acıları herkesimin anlaması gerektiğini düşünüyorum. Anlamak gerekiyor, çünkü bu halk anlaşılmadığı için kendisini ifade edebilecek legal ve illegal zeminlerde yer buldu. Zaman, zaman bedelini ağır ödemek gerekse de buna katlanmak zorunda kaldı.

    Ama artık gelinen aşamada birçok gerçeğin açığa çıktığını, demokratikleşme çabaları sonucu Türkiye de yaşayan halkaların birbirini daha iyi anladığını düşünüyorum. Eskiden konuşulması dahi yasak olan sorunlar bugün çok rahat bir şekilde, bilim çevrelerinde, siyasette, medyada konuşulup tartışılabilmektedir.

    Özellikle bir hususu vurgulamak ta çok fayda görüyorum. Türkiye de belirli bir bölgede yaşanan sorun sadece o bölgenin sorunu değildir. Bana göre o sorun tüm Türkiye’nin sorunudur. Çünkü ülkede yaşanan sorun tüm yönleriyle tamamen çözülmedikçe sağlanan çözüm adil ve kalıcı olmayacaktır. Ayrıca demokratik ilke ve kuralların egemen olmadığı yani gerçek anlamda demokratik düşünce ve anlayışın egemen olmadığı bir ülkede gerçekten de hiçbir sorunun çözülmeyeceğini düşünüyorum. Yani ilk ve tek şartım demokrasi olduğuna inanıyorum.

   ÜLKEMİZDE özellikle son bir yıldan beri gündemde olan demokratik açılım konusu biraz evvelde bahsettiğim gibi beraberinde birçok sorunu da tartışılır hale getirmiştir. Bu sorunların çoğu bugünün yada son birkaç yılın sorunları olmayıp ta Cumhuriyetin kuruluşuna kadar geçmişi olan sorunlardır.

   Bu sorunların ana hatlarıyla özetlemek gerekirse;

  Sorunların arasında ilk sırada yer alan ve her türlü çözülmeyen ve bitmeyen sorun KÜRT SORUNUDUR. Ülkemizde yıllarca yaşanan çatışma ortamında on binlerce insanımız hayatını kaybetmiş, yaralanmış, nice çocuklar babasız kalmış yine nice anne baba çocuğunu yitirmiştir. Bu kayıpların yanı sıra yine terörle mücadele etmeye yönelik olarak ekonomik anlamda ciddi harcamalar yapılmıştır. Bugün itibarıyla gelinen noktada bütün bu kayıplara rağmen, sorun varlığını halen devam ettirmektedir. Devletin en yetkili kişileri de mevcut sorunun artık silahla çözülmeyeceğini, şiddetin çözüm olmadığını kabul etmektedirler. Sorunun ekonomik, sosyal, kültürel ve toplumsal yönü bir yana bu konuda başta Anayasa da yapılacak değişiklikler olmak üzere ilgili alanlarda yasal değişikliklerin yapılması gerektiği sıkça dile getirilmektedir.

Yine yıllarca ç.özüm bekleyen sorunlardan biri de ALEVİ SORUNUDUR. Yani Alevilerin inançlarını serbestçe ifade etme ve ibadet etme özgürlüğü ile kendi dini inançlarına göre dini eğitim alama hakkı önündeki engellerdir. Alevilerin ibadet yerlerinin bir yasal statüye bağlanması ve güvence altına alınması gerekmektedir. Alevilerin kendi inançlarına göre ibadet yerleri olan CEMEVLERİNİN İBADET YERİ OLARAK KABUL EDİLMESİ ve camilere devlet tarafından tanınan imkânların ve muafiyetlerin bu yerlere de tanınması Anayasa da yer alan eşitlik ilkesinin gereğidir.

BİR DİĞER SORUN DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ VE DÜŞÜNCE VE KANAATİ AÇIKLAMA ÖZGÜRLÜĞÜ ÖNÜNDEKİ ENGELLERDİR. İleri hukuk düzenlerinde yani Avrupa ülkelerinde şiddeti öven ifadeler haricinde insanların düşüncelerini açıklamalarından ötürü cezaevlerine girme dönemleri çok geride kalmıştır. Oysaki ülkemizde düşünceleri yüzünden halen hüküm giymiş yazarlar ve gazeteciler bulunmaktadır. Evrensel hukuk değerleri ekseninde bir değerlendirme yaptığımız zaman, ülkemizde tüm kesimleri kapsayan özünde insan hakları ve hukukun üstünlüğüne dayanan, araştırıcı değil birleştirici bir yapıya sahip ideolojik ve dinsel öğeler taşımayan, uluslar arası sözleşmeleri referans alan YENİ BİR ANAYASANIN YAPILMASINA İHTİYAÇ BULUNMAKTADIR.

Anayasalar aynı zamanda toplumsal uzlaşma metinleridir. Toplumun üzerinde uzlaşmadığı ve halkın ihtiyaçlarını karşılamayan Anayasa metinlerinin uzun ömürlü olmaları beklenemez. Bu nedenle iyi bir Anayasa isteniyorsa öncelikle ülkemizde demokrasi ve uzlaşma kültürünün geliştirilmesi için çok yönlü bir çabanın gösterilmesi gerekir. Ancak böyle bir ortam içerisinde ülkemizde çok farklı inanç ve etnik kökene sahip olan insanlar ve toplumlar olsalar dahi, bunların birbirlerini kabullenerek tahammül ederek ve saygı göstererek bir arada barış içerisinde yaşama imkânları olabilir. Bunun dışında bir ırkın diğer ırk üzerinde tahakküm kurması veya bir dini inancın diğer bir dini inanç üzerinde baskı kurması, dışlaması, ötekileştirilmesi suretiyle demokrasinin geliştirilmesi ve güçlendirilmesi mümkün değildir. Bu düşüncelerden hareketle şunu ifade etmek istiyorum. Tüm toplumların özlemi olan demokratik rejimin yerleşmesi için sivilleşmenin sağlanması, askeri ve bürokratik vesayetçi yapının kaldırılması gerekmektedir. Bu konuda demokratik kitle örgütlerine, sivil toplum örgütlerine, meslek örgütlerine, siyasi partilere büyük rol düşmektedir.

Baromuzun, bundan sonraki süreçte, öncelikle kendi üyelerine yönelik olmak üzere, mesleki etik kurallarına ve ilkelerine önem veren mesleğin onurunu ve saygınlığını koruyan ve mesleğimizi geliştiren çalışmalar ve faaliyetlerin yanı sıra bölgemizde yaşanan sorunlara hukuksal duyarlılık gösteren bir anlayışla hareket edeceğimize inanıyorum. Ve konuşmama son vermeden önce Baro Başkanımız sayın Av. Nazik DİZDAROĞLU’ na iki yıl boyunca yürütmüş olduğu başkanlık görevi ve Baro adına yaptığı çalışmalardan ötürü teşekkür ediyorum. Hepinize saygılarımı sunuyorum.

 

ETKİNLİK TAKVİMİ

21.11.2024
AV. Doğukan KUDAT
BARO BAŞKANI

© Web sitesi hizmeti Türkiye Barolar Birliği tarafından verilmektedir.